Kızım Bak Sosyal Medya!

Sosyal medya kavramı hayatımıza girdi gireli bir kavram karmaşasıdır aldı başını gidiyor. Pek çok insan için sosyal medya kavramı sadece Instagram, Facebook ve Twitter gibi sosyal ağlardan ibaret. Biraz daha geniş kapsamda bakanlar açısından ise bu duruma blogları da eklemek yeterli oluyordu sosyal medyayı tanımlamak için.

Ufku daha da açık olanlar wiki/sözlük platformlarını ekliyordu üstüne… Fakat etkileşimin üst düzeyde olduğu forumlar, haber sitelerinin altındaki yorum alanları, satış sitelerindeki tüketici fikirleri sosyal medyada es geçiliyor nedense? Oysaki sosyal medyayı tüketicinin eline kalemi alarak içerik ürettiği bir platformlar şeklinde tanımlamıyor muyuz? Sosyal medya denilen resmin oluşumunda tüm bunların yanı sıra kişilerin internet üzerinden masaüstü veya mobil cihazlarla yaptıkları tüm etkileşimlerin de rolü bulunmuyor mu?

E-ticaret sitelerine dikkat ederseniz son yıllarda artık ürünlerin altındaki yorumlara müdehale etmeye, hatta bir takipçi basması edası ile sahte yorumlar basmaya başlamadı mı?

Sosyal medyadaki bir diğer karmaşa ise bu ucu bucağı belirsiz bir dünyayı kurumlarda kimin yöneteceği, kimin bu işin sorumluluğunda olacağı…

İlk başlarda işin eğlence kısmından dolayı pazarlama bölümleri veya teknikten anlayan insanlar el attı bu alana… Dijitalden anlayan pazarlamacılar! Zaten bir süredir mikro siteleri kullanıyorlardı pazarlama kampanyaları için öyle değil mi? Özellikle FMCG ve teknoloji gibi sektörlerde Facebook sayfaları, oyunlar,  yarışmalar, hediyeler derken aldı başını yürüdü sosyal medya çalışmaları.

Bas bas paraları takipçiye!

Tabi iş pazarlama odaklı büyüyünce işi yürütecek üçüncü parti firmalar da pazarlama odaklı olarak geliştirdiler kendilerini. Zaten büyük çoğunluğu dijital reklamcılık ve web tasarımı işinden geliyordu. Bünyelerinde tasarımcılar, oyun programcıları, topluluk yönetimi yapacak ekipler oluşmaya başladı.

Zaman içinde, sosyal medyada popüler olan ve bu popülariteyi paraya dönüştürmek isteyen blogerlar da sosyal medya ajanslarına dalarak oyuna dahil oldular. Zaten çoğu için üç beş bloger arkadaşına yazı yazdırmaktan, 15-20 tanıdığın katıldığı bloger toplantıları yapmaktan ve eş dost blogerlara ürün göndermekten öteye bir anlam taşımıyordu sosyal medyada iletişim yapmak…

Tabi her zaman pazarlama bütçelerinden aslan payını kapan reklam ajanslarının da sahayı boş bırakmaya niyeti yoktu. Onlar da hızla yapılanarak kendi departmanlarını ve alt şirketlerini kurdular.

Ancak tüm yapılar olurken işin ruhu yani iletişim tarafı hep gözardı edildi. Geri planda kaldı. Belki isteyerek belki de istemeyerek?

Aslında işi sahiplenmesi gerekenler iletişimciler değil miydi?

Bunun asıl sebebi de bu alanın öncelikli olarak pazarlama departmanları tarafından domine edilmesiydi. Durum böyle olunca da iyi örneklerin yanı sıra son yıllarda ‘like’ bazlı ödül veren, alakası olmayan konularda fotoğraf yarışması düzenleyen, Facebook sayfasındaki takipçi sayısını artırmak için Okey oyun sitelerine reklam veren, 3 ayda 6 tane uygulamanın devreye alındığı pek çok sosyal medya çalışması gördük. Hatta görmeye de devam ediyoruz.

İletişim odaklı olmayan bu tip çalışmaların dikensiz gül bahçesinde yürümeyeceği açıktı ve nihayetinde büyük markaları yöneten iletişim odaksız kişilerin elleriyle pek çok kriz yaratıldı ve bu krizler markalara büyük zararlar verirken büyük şeyler de öğretti. Oysa sosyal medya ajanslarında ekiplerin içerisine iletişim kökenli kişiler entegre edilse bu krizlerin pek çoğu daha ortaya çıkmadan çözümlenebilir miydi?

Bu noktayı hep kaçırmadık mı?

Bugün geldiğimiz noktada sosyal medya iletişiminin bir kırılmaya doğru gittiğini gözlemliyorum. Marka tarafında iletişim içinde olduğumuz pek çok kişi sosyal medya ajanslarının onların dilinden anlamadığını, marka ve kurum itibarına yönelik fikir ve çalışma yapamadığı serzenişinde bulunuyor.

Bu beklentiyi karşılamak da iletişim sektörü ve işini düzgün yapan ajanslar gibi kendini iletişim odaklı olarak konumlayan sosyal medya ajanslarına düşüyor. Evet, onlar azınlıkta olsa da dijital dünyaya iletişim odaklı bakmayı sürdürüyorlar. Markaların da kafası da dank etmiş gibi…

İşin özü, işi uzmanına bırakmak gerektiği. Son 10 yılın geçmişinde yapılan hatalar işin odağını kaybetmemek gerektiğini gösterdi. Evet işin özü Erdal Erdoğdu kardeşimin üstüne basarak anlattığı İnternet reklamcılığında, Mümin Erakbaş’ın kaleme aldığı “Her şey toz pembe mi?” sorusunda yatıyor.  Ne dersiniz?

“Kızım Bak Sosyal Medya!” üzerine bir yorum

  1. Teknolojiler değiştikçe durumlarda değişiyor açıkçası ne tür davranmak gerekir bilinmez. Pazarlama ise ayrı bir gündem tabii ki. Elinize sağlık güzel noktalar.

    Yanıtla

Yorum yapın